Öbürküler – Mahir Ünsal Eriş

Öbürküler

Öbürküler kitabını okuyup da bitirince dedim ki, “yazarını bilmesem de bu kitap Mahir Ünsal Eriş’in kitabı derdim.” Çünkü karakterlerinden, olay örgüsüne, ters köşelerine kadar her sayfada hissettiriyor kendini.
Bu Yarısı ve Öbür Yarısı adıyla iki bölümden oluşan roman Fahrettin Bey ve ailesinin, bir tanıdıklarının yardımıyla Niğde’den İstanbul’a göç edişiyle başlıyor, başlarına gelen tuhaf, esrarengiz, doğaüstü olaylarla devam ediyor. (Bu yönüyle kitabın ilk kısmında hafiften ürkmedim desem yalan olur )
Aynı olaya bir de öbür yanından bakılan ikinci kısımda ise bütün taşlar yerine oturdu.
Bu yönleriyle Öbürküler, Hüseyin Rahmi’den, Refik Halid’den dem vuran, hüzünlü, sürprizli ve gerilimli bir roman.
Dediğim gibi tam bir Mahir Ünsal Eriş kitabı. Yazarın bütün kitaplarıyla birlikte bu da tavsiyemdir.

Eşekli Kütüphaneci – Fakir Baykurt

Eşekli Kütüphaneci

Kitapları ve kitap okumayı sevdirme üzerine yazılmış en iyi romanlardan Eşekli Kütüphaneci.
Ürgüp’te bir kitaplık yönetirken otuzdan fazla köye de eşekle kitap taşıyan, bu sebeple de Eşekli Kütüphaneci lakabını alan Mustafa Güzelgöz’ün insanlara kitap sevgisi aşılamak ve halkına, ülkesine faydalı olmak uğruna yaptıklarını okurken azmine, cesaretine hayran kalmamak mümkün değil. Ama bir yandan da kendini bu kadar feda ettikten sonra çabuk unutulduğunu görmek, onun her konuyu hemen ağlayacak kadar ciddiye almasına rağmen bu noktaya gelmesi insanın canını sıkıyor bir yerde.
Kitapları seven herkesin bu kitabı da seveceğine eminim. Fakir Baykurt okumadıysanız bu kitap tanışmak için uygun bir kitap olur diye düşünüyorum.
 #bizimbuyukchallengeimiz etkinliğinin 8. maddesi (hiç okumadığınız bir yazarın bir kitabı) kapsamında okudum.

1

Kuru Kız – Ayter Tunç

Kuru Kız

Ayfer Tunç, benim için ne yazsa okurum dediğim yazarlardan biridir. Kalemini, kitaplarını severek okurum. Yeni kitabı Kuru Kız’ın çıktığını duyunca da vakit kaybetmeden aldım ve birkaç gün önce okudum.
Kitap küçük bir mahallede babası ve kardeşiyle yaşayan “kuru kız”ımızın hayatından başlayarak dünyanın sonundaki bir yere gitmeye karar verme sürecini anlatıyor. Kahramanımızın hem kendi hayatına hem de Ushuaia’ya doğru yaptığı bir yolculuk bu.
Okurken bir noktada hep aynı şeyin etrafında dönüyormuş hissi verse de oldukça akıcı ve çabuk okunan bir roman.
Gelgelim okuyup bitirdiğimde kendimi hiç “Bir Ayfer Tunç romanı okudum ben” diyebilecek noktada hissetmedim. Hatta roman okumuş gibi de hissedemedim diyebilirim. Günlük hayattan parçalar demek daha doğru olabilir. Sanki hikayede yerine oturmayan bir şeyler vardı ve kitap boyunca o eksiklik devam etti. Kötü müydü, hayır. Sevdim mi, çok emin değilim. Ayfer Tunç ile daha önce tanışmamış olanlar için başlangıç kitabı olmasın. Diğer kitaplarını okuduktan sonra bir şans verilebilir.
Benim için Yeşil Peri Gecesi’nin, Suzan Defter’in yeri hep ayrıdır.

Kafamda Bir Tuhaflık – Orhan Pamuk

Kafamda Bir Tuhaflık

Kafamda Bir Tuhaflık, yoğurtçu ve bozacı Mevlut’un gözlerine vurulup aşık olduğu, sayfalarca mektup yazdığı Rayiha’yı kaçırmasıyla başlıyor. Sonrasında zamanda geriye gidiyoruz ve Mevlut’un çocukluğundan başlayarak hayat hikayesini okuyor ve başladığımız kız kaçırma noktasına gelip devam ediyoruz. (Zaman atlamaları karışık olduğu izlenimi vermesin, bölümler tarihlerle belirtildiği için hiçbir zorluk yaşamadan okunuyor.)
Babasının yanında sokak sokak gezen, türlü işlerde çalışan, büyüme ve erkek olma sancılarıyla, fakirlikle, aile özlemiyle, okulla, arkadaşlarla, siyasetle ve tabi ki aşkla binbir derdi olan Mevlut’un hikayesini okumaya başlar başlamaz onun unutamayacağım roman karakterlerinden biri olacağına emin oldum.
Mevlut yoğurtçu oldu, bozacı oldu, aşık oldu, koca oldu, baba oldu, dondurmacı, pilavcı, bekçi oldu. İstanbul sokaklarını karış karış dolaştırdı beni de. Sağ kesime de hak verdi, sol kesime de. Aşkı da yaşadı ayrılığı da. Ama kafası hep bir “tuhaf” oldu. Nasıl bir hayat yaşarsa yaşasın bir o tuhaflık hiç geçmedi, bir de Rayiha’sı ve boza tutkusu.
Orhan Pamuk yine tek bir konuyla sınırlı kalmamış. Mevlut ile birlikte bize İstanbul’un değişen yüzünü, sağ-sol meselelerini, çarpık kentleşmeyi, aile olmayı kurgusuna başarıyla yerleştirmiş. Kafasının içinde olup biten bu halleri seviyorum.☺️
Masumiyet Müzesi gibi bu kitabı da yazarın kolay okunan kitaplarından. Her kitabı öyle olmuyor şimdi kabul edelim.
Bozayı hiç sevmem ama seni sevdim Mevlut. Canım Rayiha seni de unutmayacağım.

Bir Solgun Adam – Selçuk Baran

Bu sene kalemiyle tanışmak istediğim yazarlardan biri de Selçuk Baran’dı. Ve tanışma kitabı olarak Bir Solgun Adam’ı seçtim.
Kitap emekli bankacı Mehmet Taşçı’nın evini terk edip yaşlı bir kadın olan Dürnev Hanım’ın çatı katı odasını kiralamasını ve orada geçirdiği günleri, gündelik yaşantısını, ruh hallerini, geçmişini günlükleri aracılığıyla okura sunuyor.
İki farklı anlatım biçimiyle yazılan kitapta olayları hem Mehmet Taşçı’nın kendi ağzından hem de anlatıcı bakış açısıyla okuyoruz. Bu ikili anlatım halini sevdim. Kitaba hareket katmış bence.
Bunun dışında Selçuk Baran karakter tahlilinde ve bunu yansıtmada kesinlikle çok başarılı.
Eğer bu kitaptan bir olaylar dizisi bekliyorsanız beklentinizi karşılayacak bir kitap değil.
Çünkü Selçuk Baran olay örgüsünden ziyade kişinin iç dünyasını anlatma üzerine kurmuş kitabını. Sakin, yormayan, kendi akışında yer yer yavaş ilerleyen ama güçlü bir anlatımı var.
Yazarın diğer kitaplarını okuyanlar varsa tavsiyelerini bekliyorum.

Sarıyaz – Mahir Ünsal Eriş

sarıyaz

Kitaplarını çok sevdiğim ve her fırsatta tavsiye ettiğim bir yazarın kitabıyla geldim yine.
Edebiyatımızda Mahir Ünsal Eriş imzası diye bir şey var artık bence ve bu durum özellikle öykü okumayı sevenler için bulunmaz bir nimet.
Sarıyaz, yine bir öykü kitabı. Bu kez kitaptaki 8 öykü birbirine bağlı ve aynı olay etrafında dönüyor. Birdenbire şehri etkisi altına alan yoğun, sarı bir toz tabakası ve ardından gelen deprem.
Yazar küçük bir kıyı şehrindeki insanların hayatlarına dokunuyor, anlatamadıklarına tercüman oluyor, şehirle birlikte insanların yüreklerini de kaplayan ve bir gecede hayatlarını değiştiren ‘sarıyaz’ı en vurucu hallerinden yakalayıp okuyucuya aktarıyor. İşte ben yazarın bu anlatım tarzını ve dolayısıyla kitaplarını çok seviyorum.
Kitaptaki Gül Özlem Gül ve Sevgi Çağının Sonu adlı öyküler ise hayatın acı tesadüflerine dair nokta atışı iki öykü